This slideshow requires JavaScript.
Sabah erken kalkıp eşyalarımızı topladıktan sonra guesthousenın bahçesinde kahvaltımızı yapıyoruz ve ardından bisikletlerimize atlayıp şehri terk etmek için yolla koyuluyoruz. İlk işimiz trafikten kurtulmak, eski kent merkezinden çıkmak ve buraya gelirken kullandığımız 121 numaralı yolu bulmak. Daha sonra bu yoldan güneye doğru devam edip Doi Inthanon’a gidebileceğimiz sakin yollardan birisine sapacağız. Bu yolun bizi Doi İnthanon eteklerinde sakin bir köye kadar götüreceğini ümit ediyoruz. Planımız ilk gün dağın eteklerinde kamp yapmak, ikinci gün ise yaklaşık 40-50km tırmanış yaparak zirveye ulaşmak. Chiang Mai yakınlarındaki doi sutemp tepesine tırmanış yaparken tanıştığım bir bisikletçi, yüklü bir tur bisikleti ile zirveye 8 saatte ulaştığını söylemişti. Bir başka bisikletçi ise son 5 kilometrenin yolun en zor kısmı olduğundan bahsetmişti.
Daha eski kentin surlarının dışına yeni çıkmışken köşedeki bir bisikletçi dükkanında bir tur bisikleti gözüme çarpıyor. Biraz incelesem mi diye kararsız pedallarken trafik ile birlikte mağazadan uzaklaşıyoruz. Kaldığımız yere bu kadar yakın bir mağaza olduğunu ve bunu 6 gün boyunca farketmemiş olmamıza şaşırıyorum. Eski kent merkezinin köşesine varınca bizi Chiang Mai’nin dışına çıkaracak olan ana yola sapıyor ve bir kaç tane bisiklet mağazasının daha önünden geçerek 121 numaralı yola sapıyoruz ve ilk benzincide durup lastiklerimize biraz hava basıyoruz. Elif’in lastiklerine biraz yakından bakınca durumlarının pek iyi olmadıklarını farkediyoruz. Daha önce Nan bölgesinde eski lastikleri değiştirmek zorunda kalmış ve yerlerine bu kalitesiz lastikleri takmıştık. Ne var ki bu lastikler tahminimizden daha az dayanıklı çıktılar ve 5bin km bile yapmadan ilk kusurlarını göstermeye başladılar. Bu lastikler ile ana yollarda gitmemiz mümkün olabilirdi fakat şimdi gideceğimiz yollar çok bakir ve dağlık. Burada lastiklerin başına bir şey gelirde yenisini bulmamız gerekirse, başımızın ağrıyacağı kesindi. Bu yüzden de hiç riske gimeyip geri dönüyor ve 2km önce geçmiş olduğumuz son bisiklet mağazasına giriyoruz.
İlk mağazada sadece bir adet dış lastik bulabiliyoruz ve bunda da bir üretim kusuru var. İşimizi göremiyoruz. Mağaza bizi az ilerideki bir başka mağazaya yönlendiriyor. Bu mağazaya gelince 4 yıl önce jantlarımı ayarlattığım yer olduğunu fark ediyorum. Burada da aradığımız lastikleri bulamıyoruz. 4 yıl önce jantlarımı akort eden çocuk bizi bir önceki mağazaya geri yönlendiriyor.
Bu durumda tek çaremiz tur bisikletinin gözüme çarptığı mağazaya geri dönmek oluyor. Şehrin sadece 3-4 km dışında olduğumuzdan mağazaya hiç düşünmeden pedallıyoruz. Eski kent surlarının dibindeki mağazaya girebilmek için u dönüşü yapıp yolun diğer tarafına geçmemiz gerekiyor. Biz tam dönerken birisi bizi tanıyormuş gibi el sallıyor ve bizde duruyoruz. Kendiside kendinden tam emin olmadığından fakat el sallamış bulunduğundan garip bir durum oluşuyor. Olayı açıklığa kavuşturmak için konuşuyoruz.
Söylediğine göre biz Laos’ta Luang Prabang girişinde karşılaşmışız. Zar zor hatırlıyoruz. İki bisikletçi ile yol üzerinde karşılaşmış ve 10dk kadar ayak üstü bir sohbet yapmıştır. İki grup bisikletçi farklı yönlere gittiğimizden ve hava kararmak üzere olduğundan sohbetimizi kısa kesmek zorunda kalmış ve yollarımıza devam etmiştik. Bisikletçilerden birisi Amerikalı diğeride İsrailliydi. İşte karşımızda duran bisikletçi Amerikalı olanmış ve daha bu sabah tur boyunca çekmiş olduğu fotoğrafları düzenlemiş, sabah beraber çekildiğimiz fotoğraflara bakmış ve bu tazelenmiş hafıza ile biz u dönüşü yapmak için yavaşlayıp tam da önünden geçerken, daha sabah gördüğü arkadaşlarına farkında olmadan el sallayıvermiş. Tüm bu tesadüf ve aradan geçen zamanın biriktirdiği anlatılacak onca şeyden ötürü sohbetimiz uzun sürüyor. Bir süre buralarda olduğunda bize kentte ki bisiklet mağazalarnın yelerini harita üzerinde gösteriyor. Arkadaşımızdan ayrıldıktan sonra ilk iş olarak tur bisikletini gördüğümüz mağazaya giriyoruz. Burada istediğimiz gibi bir dış lastik bulamasakta bisikletleri incelediğimizden aklımız burada kalmıyor. Amerikalı bisikletçinin bize tarif ettiği mağazaya gidiyoruz. Burada da aradığımızı bulamıyoruz fakat mağaza sahibi bizi taa ilk uğradığımız bisiklet mağazasının yakınlarındaki bir başka mağazaya yönlendiriyor. O mağazada kendisine aitmiş. Saat 3’ü geçiyor. Bu yüzden de eğer bu son mağazada da aradığımızı bulamazsak şehri terk edemeyeceğiz ve bir gün daha kalmak üzere geri dönmemiz gerekecek. Son mağazadaki çalışanların en suratsız alışanlar olmalarına rağmen bizim yüzümüzü güldürüyorlar ve dilediğimiz lastikleri alabiliyoruz.
Saat 4 ve iki saat içinde yapmamız gereken uzun bir yol var. Vakit kaybetmemek için haritadan alternatif yollara aramıyor ve tabelaların bizi Doi Inthanon’a ulaştırmasına izin veriyoruz. 40km kadar yol yaptıktan sonra ukaf bir köyde mola veriyoruz. Vakit iyice geç olduğundan bir sonraki kente ulaşacak vaktimiz yok.
Haritada bize bir sürpriz yapıyor ve tam bulunduğumu noktadan batıya sapan bir yol Doi Inthanon’a doğru tırmanıyormuş gibi görünüyor. Emin olmak için gidip polise soruyoruz. Daha kısa ve daha dik olduğunu söyledikleri bu yolun doğrudan zirveye çıkan kısmı oldukça bozulmuş. Son bir hafta her akşam yağmur yağdığından yolların çamur olabileceğini zirveye buradan çıkarsak zorlanacağımızı söylüyorlar. Buna rağmen yolu devam eder ve dağı geçip etrafından dolanırsak bir gün vakit kaybederiz fakat zirveye çıkan asıl yola ulaşabiliriz. Bu bizim işimize gelir, çünkü bu ara yollarda en az zirveye çıkan yollar kadar keyifli olacaklardır.
Akşam ara yollarda bir tapınakta kamp kurduktan sonra sabah erkenden yola çıkıyor ve Doi Inthanonun eteklerine ulaşmaya çalışıyoruz. Yolculuğun bir kısmı çok hafif bir yağmurda geçiyor. Yolun bu kısmında çok fazla yerleşim olmadığından önümüzde ki kentlere ulaşacak şekilde plan yapmamız gerekiyor. Çünkü Tayland’ın en yüksek dağının etrafında bir tur atmak istiyorsanız uzun tırmanışlara hazırlıklı olmak gerekir. Bu yollarda 20km gibi kısa görünen bir mesafe bile 4 saat sürebilir.
Yolda fil eğiten bir kaç kişi görüyoruz. Buradaki filler turistlerin gezmesi için eğitilmişler. Ne var ki her canlı gibi fillerinde bazı rahatsızlıkları olabiliyormuş. Biz tam durum fotoğraf çektiğimiz sırada fillerden birisi büyük bir gürültü ile osuruyor. İlk başta ne olduğunu anlayana kadar korkutucu bir ses gibi gelsede üzerinde mahsur kalan turistlerin halini düşününce çok komik bir sahve oluyor benim için. Fil eğitmenlerine önümüzde ki kente nasıl gidebileceğimizi sormaya çalışıyoruz. Mea Chaem isminde ki kente nasıl gideceğimizi soruyoruz. Bu kente bu gün varmamız mümkün olmasada dillerini bilmediğimiz insanlarla anlaşabilmek için yol hattındaki büyük kentlerin isimlerini söylememiz gerekiyor. Yolumuza devam ediyor ve tam yağmurun arttığı zaman bir yol ayrımına geliyoruz. Yol ayrımındaki bir tabela yolculuğumuzu daha da ilginç hale getirecek gibi görünüyor: “tayland’ın en yüksekteki okulu; ücretsiz kamping. 16km”.
En yüksek tepeye tırmanmak isterken 2 gün öncesinden böyle bir jest ile karşılaşmak ancak bu ülkede olabilir. Hiç düşünmeden 16km daha devam ediyor ve bu yükseklerdeki okulda kamp kuruyoruz.
Hava o kadar sisli ki, akşam gökyüzü sanki gündüzmüş gibi aydınlık görünüyor. Gece ilerleyen saatlerde üzerimizdeki aydınlık yer değiştirip duruyor ve bir süre sonra kayboluyor. Bu rakımdaki okulun atmosferi gerçektende çok ilginç geliyor bize. Sabah olduğunda çok erkenden, daha sabahın 6sında okula gelen çocukların gülüşmeleri ile uyanıyoruz. Tayland’da hayat erken başladığından olsa gerek, tarlalara, işlerine giden aileler çocuklarını bu saatlerde okula getirip bırakmaya başlıyorlar.
Yola başlıyoruz. Daha inişe yeni başlamışken yol üzerinde bir tropikal bahçe olduğunu görüyor ziyaret ediyoruz. Burada çeşitli orkideler ve daha bir çok tropik bitki sergileniyor. Ne var ki zaten tropik bir iklimde olduğumuzdan tropik bir bahçenin içinde olmak bize çok farklı gelmiyor ve aylardır gördüğümüz bitkilerin benzerlerini görüyoruz. Bazı çok özel bitkiler için iki tane kapalı bahçe hazırlanmış. Bu odalar bizdeki tropik bahçeleri andırıyor. Ne var ki burada iklim uygun olduğunda bu bahçeler sadece çitlerden ve yarı kapalı bir çatıdan oluşuyor. Bizdeki gibi tamamen kapalı, klimalı bir ortam yaratmaları gerekmiyor.
Bahçenin ardından inişli çıkışlı yollarla ilk yol ayrımına kadar geliyoruz. Buradaki bir lokantada yemek yedikten sonra yola devam ediyor ve Mae Chiam’a erken varıp ertesi günkü uzun tırmanış için enerji toplamak istiyoruz. 15km kadar devam ettikte sonra Doi İnthanon milli parkına ait ikinci kontrol noktasından geçiyoruz. Buradan sonra bilet almamız şart oluyor. Fakat biletler 5 gün geçerli olduklarından bizim için bir sorun olmuyor.
Tam bu noktada bir hata yaptığımızın farkına varıyoruz. Biz planladığımız gibi Doi İnthanon dağının etrafında dolanmamışız. Zirveye çıkan yoldan 10km kadar önce, geceği geçirdiğimiz, taylandın en yüksekteki okulununda bulunduğu yola sapmış ve doi İnthanonun zirvesine çıkan yola gelmişiz. Böylece gitmeyi planladığımız kent dağın diğer tarafında kalmış ve bu kente gitmek için önce dağın zirvesinin yakınından geçmemiz gerekiyor. Bulunduğumuz yerden itibaren zirve sadece 9km tırmanış var. Gitmeyi planladığımız kent ise buradan 22km uzaklıkta. Bu durumda mecburen daha kısa mesafede ki zirveye tırmanmaya ve kamp yapıp yapamayacağımıza bakmaya karar veriyoruz.
Bizi tek üzen şey ise onca hazırlıktan sonra bizim için özel olan bu zirveye yanlışlıkla gelmiş olmamız. Daha önce tanıştığım bisikletçilerden aldığım bilgilere göre yaklaşık 8 saat sürecek olan zorlu tırmanışı fark etmeden geride burakmış ve zirvenin 9km yakınına kadar gelmişiz. Bundan sonra olsa olsa 2 saat tırmanış yapar ve zirveye çıkmış oluruz.
Biraz hazırlıksız olsakta hızla tırmanışa başlıyor ve arada ufak bir molanın ardından Tayland’ın en yüksek zirvesine ulaşıyoruz. Geçtiğimiz yollar Türkiye sahillerine kışın yağmur altında ki Antalya yollarına benziyorlar. Bu kadar yüksekte 2500m rakımında bunu hissetmeme neden olan şey bu yolların iki tarafını kağlayan çam ağaçları. Burada 1000m rakımından sonra iklim soğuyor ve değişik bir bitki örtüsüne bürünüyor ve çam ağaçları bu bitki örtüsünün en tanıdık bireylerinden oluyorlar. Yol kenarındaki sararmış yapraklar ve arada sırtımıza dökülen ve bizi kaşındıran polenler eşliğinde bu yol bana eski anılarımı, sahiil yolundan Antalya ‘ya kadar kasım ayında, aralısız yağan yağmurda yaptığımız bir turu anımsatıyor. Ben ilk vardığımdan bisikletimi klitliyor ve buraya kuş fotoğrafları çekmek için gelmiş iki thai ile sohbete başlıyorum. Bu iki kişi öyle güzel makinalar ile fotoğraf çekiyorlar ki kullandıkları malzemeleri kıskanmamak elde değil. Ne varki kullanmış oldukları 500mm nikon objektifler neredeyse benim bisikletim kadar ağırdırlar.
Elif geldikten sonra kamp için uygun bir yer bulup bulamayacağımıza bakıyoruz. Görevliler bize kamp için aşağıya inmemiz gerektiğini söylüyorlar. Bilet aldığımız noktayı geçtikten sonra kahvaltı yaptığımız, yol ayrımındaki lokanta ile tropik bahçe arasında bir yerde bizimde geçerken gördüğümüz bir kamp yeri olduğunu, orada kalabileceğimizi söylüyorlar. Neredeyse 20km geri dönmektense 22km ilerideki Mea Chaem kentine ilerlemek bizim tek çaremiz oluyor. Aşağıya 9km inip batıya doğru giden Mae Chaen yoluna sapıyoruz. Tayland’da gördüğüm en dar ve en virajlı yollardan birisi olan bu 22km lik yol benim hayatım boyunca geçtiğim en zevkli yol oluyor. Yolun bütün zorluğuna rağmen hızım zaman zaman 70km/h’in üzerine çıkmış ve yol hiç durmadan 22km boyunca indiğinden kısa sürede bitiyor.
Mae Chaeme girince karnımızı doyuruyor ve kamp için bir yer ayarlıyoruz. Buradan sadece 60-70km batıya devam edersek Burma sınırına paralel giden ve daha önce geçtiğimiz Mae Sariang, Mae Hong Son arasında ki yola Khun Yuam kentine varıyoruz. Bizim daha önce geçtiğimiz yerlere bu kadar yakın olan bir başka yoldan, güneye doğru, daha önceki yola paralel şekilde ineceğiz ve 4 ay önce gördüğümüz dağların diğer taradından geçen yollarda ilerleyeceğiz.
Doi İnthanon o kadar soğuktu ki daha zirvedeyken Mae Chaem’deki kaplıcanın hayalini kurmaya başlamıştık. Ne var ki Mae Chaem şehir merkezinden 40km daha dışarıda olan bu kaplıca için bir gün daha beklememiz gerekiyor. Neredeyse 3 aydır bir kaplıcada kalmadığımızdan kaslarımızı iyice yumşatana kadar uzun uzun sıcak sularda kalmanın hayalini kuruyoruz.
Sabah bisikletlerimizi hazırlayıp yol koyuluyoruz. Bu yol boyunca yüzlerce tarlanın arasından geçiyoruz. Tarlalarda kabak ve soğan yetiştiriliyor. Tayland’ın ortalamasına baktığımızda daha serin olan bu bölgede ender yetişen değerli bitkilerin üretildiğini anlamak kolay oluyor. Zaten burada ki tarlaların hemen hepsinde yağmuru bekleyip riske girmemek için yapılmış sulama sistemleri var. Burada da bana Türkiye’yi hatırlatan bir görüntü görüyorum. Burada daha yeni tohum ektikleri tarlaları serin ve nemli tutabilmek için üzerlerini sararmış saman benzeri bir ot ile örtüyorlar. Tohum ekilmiş olan bütün tarla üzerine örtülmüş olan saman yüzünden sapsarı görünüyor. Aynen yeni biçilmiş bir buğday tarlasını hatırlatan bu tarlalar yol boyunca sağlı sollu ilerliyor, yanlarında ki boş, toprak rengi tarlalarla, ilerlerde uzanan yeşil dağlarla ve tabi ki Doi İnthanon’un zirvesi ile birlikte bizim bol fotoğraf çekebileceğimizi etkileyici görüntüler olarak aklımızda kalıyor.
Kaplıcaya bu şekilde geliyoruz. Sadece 2 km geride kaplıcaya yakın bir köy var. Ufak bir köy olmasına rağmen köyün tapınağı bizim kalabilmemiz için uygun gibi görünüyor. Kaplıcada 2 saat kalıp iyice gevşedikten sonra bisikletlerimize atlayıp tapınağa gidiyoruz. Kaplıcaların tek kötü yanı çıktığınız zaman bisiklete binemeyecek kadar hamlamış olmanızdır. Bu yüzdende kaplıcalara gireceksek eğer ya kaplıcada kalmamız yada bir kaç km uzaklıktaki bir yerde erkenden uyumamız gerekiyor. Bütün bu koşulları yerine getirebilirsek eğer yeniden doğmuş gibi ertesi gün dinç ve dinlenmiş olarak kalkıyoruz.
Ertesi gün sabah kalkıp dün alışveriş yaptğımızı ve yemek yediğimiz lokantaya gidip kahvaltımızı yapıyoruz. Bu gün sabahtan elektrik yok. Ne zaman elektrik geleceğini sorduğumuzsa akşam saat 6’da elektriklerin geleceğini söylüyorlar. Belkid bur köye günün belli saatlerinde elektrik veriliyordur, belkide bu kesinti bu güne özgüdür. Bunu öğrenemesekte bulunduğumuz köyün çok ufak oluşu, sadece yol üzerindenki bir kaç evden oluşması yüzünden ile bu elektrik kesintisi bize çok olası geliyor. Yemeklerimizi yiyip biraz gevşedikten sonra bu küçük köyde bir gece daha geçirmeye karar veriyoruz ve lokantada biraz meyve yiyip oyalanıyoruz. Oturduğumuz lokanta aslında yol kenarına yapılmış olan bahçeli bir ev. Bu evin ön tarafındaki bahçe hem mutfak hemde müşterilerinin oturabileceği bir lokanta gibi kullanılıyor. Ayrıca bu evin önünde poşetler içinde çeşitli meyveler, sebzelerde satılıyor. Biz bugün yemeklerimizi yerken büyük bir araba bu lokantaya satılması için kilolarca mantar bırakıyor. Bu mantarlardan bir çeşidi belkide 25cm çapında ve bizim köy mantarları gibi etli bir yapısı var. İkinci tip mantar ise şirinlerin evleri gibi sevimli mantar formunda ama bu sevimliliğine tezat insanın bazılarının tek elle tutamayacağı kadar büyükler. Bu mantarların bir kısmıda kırmızı, turunc arası tehlike işareti olan renkteler. Biz yanda yanan ve üzerinde domuz ve tavuk pişirilen mangalı gösterip mantarları pişirmek için kullanıp kullanamayacağımızı soruyoruz. Kullanacağımızı öğrenince şu ilk bahsettiğim bizim köy mantarlarına benzeyenlerden iki torba ayırtıyor ve öğleden sonra 4’te tekrar lokantaya gelip mangalda pişirmek üzere anlaşıyor ve tapınağa geri dönüyoruz.
Tapınakta Elif Japonca çalışmaya bende yeni yazıyı yazmaya kendimizi o kadar kaptırıyoruz ki kaplıcaya tekrar gitmeyi unutuyoruz. Saat tam 4 te mangalda mantar yemek için tekrar lokantaya gidiyoruz. Tayland mutfağında neredeyse her şeyi mangalda pişirmelerine ve bu çeşit çeşit lezzetli mantar türlerine sahip olmalarına rağmen bizim gibi mangalda kızarmış mantar yapmıyor olmalarına şaşırıyorum. Burada gördüğüm mangalda pişirilen tek mantar türü kalamar içine doldurdukları uzun ve incecik mantarlardan yaptıkları bir yemekti. Bunun dışında bu iri, etli mantarlı mangalda pişirmek Thai halkının damak tadına pek uymuyor anlaşılan.
Mantarları büyüleyicei güzellikte çıkıyorlar. Elif’le bilmediğimiz bu mantarları fazlasıyla yiyerek midemizi rahatsız etme riskine giriyor ve iki torba daha mantar sipariş ediyoruz. Böylece torbalar dolusu mantar ile karnımızı tıka basa doyuruyoruz. Aslında mantar sindirimi zor bir besindir. Eğer yediğiniz mantar daha önce denemediğiniz bir türse, zehirlenme benzeri bir etki yaratabilir. Kuala Lumpur’da kaldığımızda bilmediğimiz bir mantar türünü satın alıp yemiştik. Bu alışık olmadığımızı bir mantar türü olduğundan ve biraz fazla yediğimizden bizi rahatsız etmişti. Mantar zehirlenmesi geçirmiş olabileceğimizi düşündüğümüzden bu güne kadar bir daha mantar yememeye dikkat etmiştik. Ama bu gün yediğimiz mantarlar hayatımda yediğim en iyi mantarlardı. Ve aradan 6 saat geçmiş olmasına rağmen en ufak bir rahatsızlık yaratmadılar.