Phitsanulok’ta London Hotel’de geçirdiğimiz 3 günün ardından tekrar yola çıkıyoruz. İlk gün sadece 30km kadar sukottai’ye giden ana yoldan devam edip, 30. Km’de ki kuzeye devam eden ara yola sapıyoruz. Bu yol bizi trafikten uzaklaştırıyor. Bu yolda 45km kadar devam ettikten sonra Phichai kenti bizi için geceyi geçireceğimiz yer oluyor. Ertesi sabah erken kalkmamıza rağmen kentte oyalanıyor ve yola çıkmak için geç kalıyoruz. Uttaradit’e vardığımızda saat öğleyi geçiyor.
Bu kentte daha önce gelmiştim. Bu yüzden de inatla daha önce kaldığım oteli bulmaya çalışıyorum. Kentin girişinde benim daha önce kaldığım otele çok benzeyen bir yer görüyorum. Fakat herşey o kadar çok değişmiş ki kesin burası demek neredeyse imkansız benim için. Elif ile uçak biletlerinin tarihini değiştirmek için ilk iş olarak paralı bir telefon buluyoruz. Hava yolları şirketini aradığımızda ses o kadar kötü geliyor ki bu işi başka bir telefonla yapmaya karar verip postanede ki telefonları denemek için postaneyi aramaya başlıyoruz. Postane şehrin en dar sokaklarından birisinde olduğundan bulmak zaman alıyor. Postaneye girdiğimizde burada telefon olmağını görüyoruz. Şehirde bunca süre bir aşağıya bir yukarıya gidip durduktan sonra bulduğumuz postanede işimizi halledememek bizi biraz yoruyor. En sonunda Elif’in aklına bir havayolu şirketi bulmak fikri geliyor. Postane görevlilerinden birisi bize el yapımı güzel bir kent haritası hazırlıyor ve hava yolu şirketinin yerini ve gideceğimiz yolları işaretliyor. Bu sayede hiç hata yapmadan havayolu şirketine varıyoruz.
Burada uçak bileti tarihlerini değiştirmek istediğimizi, bize yardımcı olup olamayacaklarını soruyoruz. Biletlerimizi inceleyip şirketi aramaları gerektiğini bu sayede bilet tarihini değiştirebileceklerini söylüyor. Fakat bilet tarihi değiştirmek işleminin ücretsiz olduğunu, istersek bize telefon numarasını verebileceğini ve kendimizin arayıp istediğimiz değişikliği yapabileceğimizi söylüyor. Fakat bizde telefon olmadığından böyle bir işlemi yapmamız mümkün değil. Şirkette ki kadının istediği miktar ise ancak telefon parası kadar olduğundan ufak bir servis ücreti karşılığında turu bitirme tarihimizi bir ay kadar daha erteliyoruz.
Artık rahatlamış bir şekilde bir lokantaya gidip karnımızı doyurduktan sonra Uttaradit kentinden ayrılıyoruz. Kentten çıkarken benim kaldığım ama bir türlü emin olamadığım otelin önünden bir daha geçiyoruz. Bu sefer karşıda ki pizzacı, biraz aşağısında ki çirkin otel binası, bir ingilizce öğretmeni ile akşam bira içtiğimiz ve barda çalışan çocuktan Thai dilinde kızlar için güzel anlamına gelen suveny kelimesini ve daha nicelerini öğrendiğim bar sayesinde otelin yerinden emin oluyorum.
4 sene öncesine ait anıları bir defa daha hatırlayıp kentten çıkıyoruz.
Uttaradit’in 20km kadar dışında Laplae isimli bir kent bizim konaklama için zorunlu seçeneğimiz gibi görünüyor. Burası yolumuzun 10km kadar içerisinde kalıyor fakat bu ufak kenti pas geçersek harita üzerinde kaşka bir yer de görünmüyor. Çaresiz bu kentte sapıyoruz. Daha ilk km ler yol daha da güzelleşiyor ve çeşitli parkların içinden geçerek bizi kente ulaştırıyor. Bu kentten 15km daha devam edersek eğer bir milli parka varabileceğimizi tabelalardan anlıyoruz. Fakat kasaba her bisikletçinin kalmak isteyeceği kadar sevimli bir yer. Kamp yeri bakmaya önce polis istasyonunda başlıyoruz. Burada ki polis istasyonu ne yazık ki kamp için pek elverişli değil. Bu kadar yeşil ver kentte nedense ülkenin en kurak polis istasyonunu yapmışlar. Polisin hemen karşısında ki tapınak daha çok eğitim amaçlı kullanılan, genç budist rahiplerin bulunduğu bir tapınağa benziyor. Biz girdiğimizde bu genç rahipler futbol oynuyorlardı. Bizi görüp çocuklar gibi el sallamalarından daha rahip olmadıkları, eğitim aşamasında ya da sadece yaz dönemi için tapınağa gelmiş öğrenciler oldukları belli oluyor. Bu tapınakta ne yazık ki serbest şekilde dolaşan ve bir motosikletten daha iri olan domuzlar var. Bu domuzlardan birisini Kho Sala da kaldığımızda görmüştük. Tapınakta yemek hazırlayan kadın, en az 250kg olan bu domuzlar ile beraber uyuyordu. Ne var ki bu domuzlar çok uysal görünselerde vahşi hayatta yaşayan domuz türleri olduklarından tanımadıkları kişilere karşı agresifleşebiliyorlar. Kamp için seçtiğimiz yer şehrin sonuna doğru, bol ağaçlık bir tepenin üzerinde yer alan, 10 kadar budist ve bir o kadar da köpeğin yaşadığı bir tapınak oluyor. Böylece kamp yerimizi ayarladıktan sonra akşam marketine karnımızı doyurmaya gidiyoruz.
Ben bu turda ve önceki turumda insan midesinin kolaylıkla kaldıramayacağı değişik canlıları denedim. Mesela bütün halinde ki kurbağa, yaklaşık 2m uzunluğunda ki kertenkele, 7-8cm çapında örümcek, kurt, başparmak uzunluğunda bir çekirge bunlardan bazılarıydı. Böyle farklı kültürleri tam anlamıyla gezmek için biraz cesur olmak ve farklı yemekleride denemek gerektiğini düşünüyorum. Fakat tüm bu cesur damak tatım bir tek konuda zayıftır. Süt. Hayatta tahammül edemediğim tek şey süttür. Sadece kokusu bile bana zor anlar yaşatmaya yeter. Hiç süt içmeyen birisi olarak adı süt ile biten şeyler bile benim için birer düşmandır. Sütlaç mesela. Fakat burada bir ara soya sütünü denedim. Tadı nişastalı olan ve mısırın suyunu andıran soya sütü, süt kelimesini içermesine rağmen benim için hastalık boyutuna ulaştı. O kadar çok soya sütü içmeye başladım ki yakında turun geri kalan kısımını sadece soya sütü ile beslenerek tamamlayabileceğim.
Kamp yerimizi belirledikten sonra akşam marketine gidip soya sütü satan tezgahın önünde dikiliyorum. Süt o kadar sıcak ki bir tanesini bitirmek için 10dk harcıyorum. Markette bol bol meyve yiyip ve soya sütü içtikten sonra tapınakta ki kamp yerimize geri dönüyoruz. Karnım iyice dolu olduğu için mutluyum. Tapınakta ki rahip biz çadırlarımızı yerleştirken bize yiyecek bir şeyler daha getiriyor. Bunların yanında 2 kutu soya sütü, 2 kutu esmer prinç sütü ve bol bol kahve getiriyor. Elif soya sütünden nefret ettiğinden bütün hepsi bana kalıyor ve dolu olan midemi daha da doyuruyorum. Rahiplerden bizimle ilgilenen bizim için ananas kesiyor ve bir tabakta getiriyor. Rahip daha sonra Elif’le benim için dayanılmaz bir lezzet olan ve Thai halkının meyvelerin kralı dediği, bir çok ingilizce kelime karışmış bir dil kullanan Malezyada tezgahlarda bi şey, bi şey “King” adı ile satılan Durian kesiyor. Rahibin bu jesti karşısında zaman sanki duruyor bizim için. İlk bıçak darbesi ve yayılan koku, Elif ile birbirimize bakıp kim ne kadar yiyecek acaba diye düşünmeden edemiyoruz. Ve rahip bir anda ağzına bir parça durian atıyor ve geri kalanını bizim masamıza getiriyor.
İşte din karşısında doğanın zevklerinin bir zaferi daha. Ne kadar Tayland’ın en büyük kentlerinden birisi olmasa da, kaldığımız kasabanın en eski ve saygın tapınaklarında ki bu rahibin dayanamayıp bir parçacık durianı akşamın bu saatinde ağzına atması bizde şok etkisi yaratıyor. Çünkü rahipler saat öğle 12’den sonra bir şey yiyemezler. Elif ile rahibin gerçekten de ağzına bir şey atıp atmadığını anlamak için dikkatle rahibe bakıyor, durian çekirdeğinin çıkmasını bekliyoruz. Ve emin oluyoruz. Durian çekirdeği. Tabi ki bu ufak suistimal farklı kültürden insanların arasında bir sır olarak kalıyor ve rahibi tedirgin etmeden sanki farklı bir şeyler konuşuyor muş gibi, durian yemiş olmasından bahsediyoruz. Ne var ki bu denli kutsal bir görevi yerine getiren bir insan bile farklı kültürden gelen kişilerin yanında rahat davranabiliyor ve ailesinin yanında sigara içmeyip, sokakta yürüken sadece büyümüş olduğunu ispatlamak için meydan okurcasına, göstere göstere sigarasını içen bir çocuk gibi durian yemenin keyfine varıyor.
Bu ufak günah anından sonra Elif ile tapınakta bol bol kahve için bilgisayarda bir şeyler izleyip tembellik yaptıktan sonra yatıyoruz.
Tapınakta kalmanın tek kötü yanı ise köpekler. Köpeklerden korkmamamıza rağmen gece tuvalate gideceğimizde havlayan köpekler yüzünden bol su içtiğimiz günlerde tapınakta ki hiç bir rahip rahat bir uyku çekemiyor. Bu tapınaklarda çok fazla köpek olmasının nedeni ise halkın bakamadığı köpekleri tapınaklara bırakması. Budist olmanın bir şartı hiç bir canlıya zarar vermemeleridir. Bu yüzden de köpekler bu tapınaklarda güven içinde yaşıyorlar. Ayrıca halk budistler için her sabah o kadar çok yemek getirir ki rahiplerin bu yemeklerin hepsini bitirmesi mümkün değildir. Bu yüzden de rahipler yemeklerini köpekler ile paylaşırlar.Ne var ki sabahları yemek vereceğimizi sanan bu tapınak tipi köpekler peşimizden ayrılmaz kuyruk sallayıp dururlarken, geceleri birer gardiyan olurlar ve gece tuvalet için adımınızı attığınız anda hep beraber havlamaya başlarlar.
Gece bir kaç defa köpeklerin havlamasına sebep olup tapınakta ki rahipleri uyandırmış olsamda sabah rahipler bizi güler yüzle karşılıyorlar. Onlar her sabah yaptıkları gibi şehirde insanları kutsayıp yemek toplamaya giderlerken bizde bisikletlerimizi hazırlıyor ve kuyruk sallayıp duran, zayıf hafızalı köpeklerin eşliğinde tapınaktan ayrılıyoruz.
Bir sonraki kentimize Si Sanchanalai’ye kadar sadece 45km mesafe geliyoruz. Vakit erken olmasına rağmen kentte oyalanmaya karar veriyoruz. Kentte bulunan Golden Tekstile Müzesi bizim ilk durağımız oluyor. Bu müzede sergilenen bazı ipek kumaşlar 200 seneden daha eskilermiş. Fakat çoğu kumaş yaklaşık 80 senelik. Kumaşlar farklı kasabalardan toplanmış ve her kasabanın kumaşı farklı bölümlerde sergileniyor. Bu sayede kasabalarda ki geleneksel motifleri, diğerlerinden farkını anlamak mümkün oluyor. Kasabaların bir çoğu sukottai bölgesine ait olsalarda yüzlerce yıldır kumaş üreten bu kasabalar, ulaşımın zor olduğu dönemlerde birbirlerinden habersiz farklı sitiller geliştirmişler ve farklılık günümüzde de devam ediyor.
Tayland’da kumaş dokuma farklı bir öneme sahip. Sadece ipek değil pamuklu dokumalar da çok önemli. Daha önce geçtiğimiz bir kaç kasaba kumaş dokuma konusunda aldıkları ödüller, yada ufak müzeler ile bu işe ne kadar çok önem verildiğini bize göstermişlerdi.
Bu kent ana yolun iki kenarında ki sıralı evlerden ve dükkanlardan ibaret olsa da çok sevimli bir yer. Elif ile bir kafede oturup vakit geçiriyoruz. Birimiz bilgisayarda çalışırken diğeri kafede ki dergiler ile oyalanıyor. Bilgisayar başında yapmamız gereken o kadar çok iş var ki saat 5 olduğunda ancak işlerimizi halletmiş oluyoruz. Yaklaşık 4 saat kafede, bilgisayar başında vakit geçirdikten sonra geceyi bu kasabada geçirmeye karar veriyoruz.
Kasabada konaklama için çok fazla imkan yok, bu yüzden de kent merkezine ki tapınaktan kamp için izin istiyoruz. Tapınakta ki rahiplerden birisi bize kamp kurabileceğimiz ve duş alabileceğimiz bir yer gösterdikten sonra yanımızdan ayrılıyor. Daha sonra gelen bir rahip ise daha önceden bizim gibi burada kamp kurmuş Kanadalı bir bisikletçiden bahsediyor. En azından bu tapınakta kamp kurmuş olan ikinci bisikletçi olduğumuzu öğrenmiş oluyoruz bu sayede.
Akşam bol kahve içip bilgisayar başında yazı yazdığımdan biraz geç yatıyorum. Bu yüzden de sabah saat 6 gibi kalktığımda uykumu tam alamamış hissediyorum. Çadırda biraz kestirmeye çalışıyorum fakat çok geçmeden saat 7 gibi tapınağa insanlar gelmeye başlıyorlar. Elif ilk gelen bir kaç kişi ile sohbet ediyor. Ben çadırımı toplamaya başladığımda gelen insanları sayısıda artıyor ve bisikletlerimizi hazırlayıp yola çıkmaya hazır hale geldiğimizde tapınakta yüzün üzerinde insan bulunuyor.
Tapınaktağa gelen insanların hepsi yaşlı insanlarmış. Elif’e anlattıklarına göre tapınakta bugün erkekli kadınlı 600 emekli insan toplanacakmış ve bando eşliğinde şehrin diğer tarafında ki okula kadar yürüyüş yaptıktan sonra bu 600 yaşlı insan hep birlikte spor yapacaklarmış. Biz kahvaltımızı bitirdikten sonra şehirde son bir tur atarken önce bandonun sesini duyuyoruz, arada ki yaş farkından dolayı daha da genç görünen, en önde giden bandoyu ve ardından sonu görünmeyen 600 kişilik 60 yaş üstü insan kalabalığını görüyoruz.
Bu kalabalık yürüyüş grubu ellerinde sigaranın zararlarını anlatan, spor yapmaya özendiren posterler, pankartlar ile şehrin içinden geçerken, ben bir yandan fotoğraf çekiyor bir yandan da insanların içinde ki gençliğin farkına varıyorum. Gerçektende bu kalabalıkta geçen insanlardan herhangi birisini çekip alsanız ve sadece vücuduna baksanız, gerçek yaşını tahmin etmeniz imkansız olur. 25 yaşında ki insanlar gibi rahat ve esnek yürüyen bu emekli insan kalabalığı hiçte huzur evinden kaçmış gibi bir görüntü oluşturmuyor, sanki bir okul çıkışına denk gelmişsiniz gibi, okuldan dağılan öğrencilere benziyorlar.
Çok fazla vakit kaybetmemek için kalabalığı spor yapacakları okula kadar takip etmiyoruz. Bisikletlerimize atlayıp şehri terk ettikten sonra, ancak bisiklet üzerindeyken tekrar düşünebilmeye başlıyorum. Bu gün 19 mayıs! Gençlik ve spor bayramı. Belkide dünyanın diğer ucundayız ama yinede bir bando eşliğinde geçen, bedenleri yaşlı ama ruhları genç 600 kişi ile spor bayramını kutlama ayrıcalığına sahip oluyoruz.